Şehirde yaşantı, ilçeyle farklılık arz eder, her yerde olduğu gibi.,
Taşın ve toprağın altın bilindiği şehir, İstanbul'du, o dönemde.

Herkesin hayalini süsleyen şehre kaçmalar, 1980'li yıllarda yoğunlaşmıştı.

Uzun saç modası, yakası büyükçe gömlekler, İspanyol paçalı pantolonlar, uzunca fauller, gençlerin arabeskle yoğrulu yaşantısı, sinema çizgisinde sapmalarla on iki eylül darbesinin acıları...

Her yerde korkunun hakim olduğu dönemde kitap okumanın sakıncalı olduğunu adeta zihinlere nakş eden ortam, gençlerin ideolojik sapmalarla sarmalanma durumu...

Özellikle İstanbul'a giden gençlerin evden aldığı ya da çaldığı para tükenince eve dönüşleri apayrı bir problemdi.

Gençlerin bir kısmının ihtilalle göz altına alınma furyasında o dönem gençliği heba olup gitti.

Şehre değişik sebeplerle göç, şehrin gecekondu sayısını artırmış, köylerden ve ilçelerden gelen aileler yokluk ve yoksunluk içinde kaldığında sosyal yaşantıda değişimler daha çok sessizlik içinde buhranlı gençliği doğurdu.

Zenginliğe özenen gençlerin hayal dünyası, ister istemez şehrin gerçekleriyle yüzleştidiğinde karamsar tablolar doğurmuştur.

O döneme dair kaleme alınan kitaplar, aslında tanıklığıdır, çağa.

Vurdulu- kırdılı geçen, can emniyetinden insanın emin olmadığı ortamda, içe kapanık yaşantının sıkıyönetim ile şekillendiği şehir, köyle-ilçe karışımı çehreye bürünmüştür.


Halen bir çok şehir görünümüyle kent biçimindedir. Ne şehirdir ne de ilçe...

Birçok şehirde ilçelerden gelen göçler, kimi şehirlerde köylere ve ilçelere yönelmiş olduğu görülür.

Şehrin varlıklı ailelerinin şehirden göçü ve üretim alanında işyerlerinin olmayışı, gündelik hayata yansımış, şehirden büyükşehirlere göç eden ailelerin sıkıntıları iş amaçlı gittikleri şehirlerde devam etmiştir.

Uyuşturucu bağımlılığının baş gösterdiği şehirde, gasp, hırsızlık, yaralama gibi asayiş sorunları kendisini göstermiş, gençler bu bunalımlı evrede kayıp kuşaktır. Bu hengamede intiharlar artmıştır, birçok insanın başında fatiha okunacak mezar taşı dahi yoktur.

Köyünden kopmuş, tarlasını ve bahçesini, bağını bırakmış, sütünü sağdığı, yoğurdunu ve peynirini yaptığı hayvanlarını kaybetmiş, şehre can havliyle sığınmıştır.

Bu haklılığın ve haksızlığın içiçe olduğu ortamda çoğu zaman hayat, ev dışında saat 10.00-16.00 ile sınırlı hale gelmiş, gündüz ağzını kapatmış, gece kapısını kitli tutmuştur.

Bir iftiraya kurban gitmeme adına, geçmişteki küllenmiş anlaşmazlıkların tekrar köze dönüştüğü, korlaştığı ortamda herkesin birbirine şüpheyle bakmasına zemin hazırlamıştır.

Bu ortamda okullardaki öğrenci sayıları normalin çok üstüne çıkmış, hastahanelerde gıdasızlıktan hasta sayısı artmış, kalifiye özelliği olmayan köylünün ve ilçelinin istihdamı söz konusu olmamıştır.

Bir evde üç ailenin yaşama tutunduğu ve şehirde yaşamaktan uzak olduğu manzarada köye ve ilçeye hasret, insanı toplumdan koparmıştır.

Dün köyünde yirmi-otuz misafir ağırlayan, şehirde ekmeğe muhtaç duruma gelmiştir.

Her ihtiyacını köy ya da ilçe ortamında karşılayan vatandaş, şehirde yumurtayı, ekmeği tane hesabıyla sebzeyi kiloyla almanın olumsuzluğu içinde depresyonlar içinde kalmış, ruhsal bozuklukla birçok aile dağılmış, boşanmalar artmış, cezaevleri dolmuştur.

*

Biz, Şehir Araştırmaları çerçevesinde gözlemlerimizi aktarırken, acılı döneme dair o günleri yaşayanlar olarak ne belirtebiliriz?

Fırından ekmek leğenini alıp, pişirme ücretini verdikten sonra ekmeği alıp, leğeni köşe başına bırakarak, çocuğuna, ailesine akşama doğru ekmek götüren bir babaya tanıklık ettik.

Köyde ağa- bey iken şehirde sığıntı olan bir babanın gözyaşları içinde kalışı karşısında hangi vicdan sarsılmaz?

Hangi insan, bu manzarada taraf olabilir?

Önceki yazımızda dünü anlatmıştık, tamamlanmamıştı.

Bu yazıda o döneme farklı ve tarafsız baktık. Kimseler eleştirse de yerden yere vursa da doğrusu, budur.

Bu ülkenin insanı sabah farklı akşam farklı düşünceden olanın hayatının aynı silahtan çıkan kurşunlarla sonlandığını biliyor, artık.

Şehirde varoşlarda yaşayan insanın, insanî haklardan uzak yaşantısı diğer şehirlerde de farklı değildir.

İnsanımızın halen bu gün üretimden uzak, tüketime yönelmesi, yönetilmesi apayrı, tahlil edilmesi gereken durumdur.

Sahi televizyon dizilerindeki ele alınan hikayeler, neden en çok rayting alan yapımlardır.

Kaynana- gelin tartışmaları, yemek programları, absurd kimi yapımlar adeta fikirleri iğdiş edilmiş insanı mankurtlaştırmıştır.

Önceleri sadece Spor Toto ile sınırlı bahis, şimdi birçok yeni bahislere zemin hazırlamıştır. Herkesin zengin olma arzusu, iyiyi ve kötüyü ayırt etmeyi ortadan kaldırmış, helal ve haram duyarlılığını zayıflatmıştır.

Maneviyattan kopuk toplumun, halkın, insanın inancı ne olursa olsun, bu tür dönemlerde her türlü psikoterapik tedavînin çok çok üstündeyken, maalesef bunun yansımasını şehirlerde bu gün görmekten uzağız...

(Devam Edecek)