Geçen yazıda Döviz üzerinden Türkiye'deki legal dış darbeleri yazmıştım. Ekonomi de atılan adımları da hatırlatılması gerektiği kanısındayım. Bu dönem ise 1980 askeri darbesi sonrası başladı. Zira 60 yıllık devlet ekonomik olarak hiçbir adım atamamış, fabrikaları atıl, doğal zenginlikleri peşkeş çekilmiş halde dış devletlerin yardımıyla ayakta durmaya çalışan bir haldeydi. Soğuk savaşın koçbaşı ülkesi SSCB tehdit olarak görülmeseydi, Avrupa devletleri yine elleri Türkiye'ye uzatmayacaktı.


Siyasi bir bağımsızlıktan da söz etmek mümkün değildi. Çünkü ekonomik bağımsızlığın olması gerekirdi.


1980 Askeri darbesi siyasi yalnızlığı derinleştirdi. Batı ile pamuk ipliğine bağlı ilişkiler koptu. Modern görünmek adına Ortadoğu ile ilişkilerimiz ise hiç olmamıştı. Asker kökenli darbeci cumhurbaşkanları, hükümetlere aba altında silah göstererek Arap ülkeleriyle yakınlaşmayı engellemişti.


70'lilerde kurulan Küresel kapitalist çok uluslu şirketlerde sanayi devriminin küresel pazarlama ayağını tamamlamıştı. ABD burada motor işlevi görmüş, sosyalizm tehlikesi pompalayarak Avrupa devletlerinin ciddiyetle ilgilenmesini sağlamıştı. Ayrıca alt yapıda kapitalizmi, söylemde de insan haklarını dile getirerek liderlik koltuğuna oturacaktı.


80 darbesinde ABD, Türkiye'deki baskı, tutuklama ve idamlara çıkarları doğrultusunda ses çıkarmamıştı. Ama Avrupa devletleri Türkiye'den uzaklaşmıştı. İşte bu tedirginlik, halkın reyi ile yumuşama evresine girecekti. Dolayısıyla hükümetin uygulayacağı politikaları yakından izlenmeye başladılar.


Kabul etmek gerekir ki, 1950'den itibaren Türkiye ABD'nin manda devletiydi. 1974'teki Kıbrıs hareketi sonrası bozulan ilişkilerde ciddi bir darboğaz yaşamıştı. İsrail ve Mısır'dan sonra en büyük ekonomik yardım Türkiye'ye yapılmıştı.


Elbette bu dış ilişkilerde Amerika yanlısı politikaları getirmekteydi. Zira Panama'nın işgali çoğu BM ülkeleri tarafından kurulda kınanırken Türkiye, ABD'nin yanında yer aldığı açıklamıştı.


1982 seçimlerinde halkın Turgut Özal'ın öncülüğünde kurulan Anavatan Partisi'ni (ANAP) tek başına iktidara getirmesi bu ülkenin kırılma noktasıydı. Halk askeri darbelere tarzıyla cevap vermişti. Ülkenin yeniden kurulması için Özal'a yetki vermişlerdi.
Özal, ekonomik politikaların ana omurgasını, serbest piyasa ekonomisi, devletin ekonomideki payının azaltılması ve fiyat mekanizmasının klasik dengeleyici rolüne işlerlik kazandırılması olarak oluşturmuştu. Özellikle ihracatın teşvik edilmesi konusunda yoğunlaşıp bu konuda başarılı sonuçlar alırken, denetim sistemindeki yetersizliklere bağlı çeşitli nedenlerle 'hayali ihracat' gibi olumsuzluklar yaşadı.


Değeri abartılmış döviz kuru yerine gerçekçi kur politikasını sağlayarak devalüasyonlardan kaçmaya çalıştı. Piyasadaki fon, arz ve talep ile faizlerin belirlenmesini ve sınırlı para kredi politikasıyla iç talebi, enflasyona denetleyici bir araç olarak kullanmayı istedi. İçteki talebi kısmış, büyük zamlar yapmıştı. İthal mallar pahalanmış, ücretlerde de indirime gidilmişti. Türk malları dış piyasada ucuzlatılmak suretiyle cazibe merkezi haline getirilmeye çalışıldı.


Ayrıca İslam ülkeleriyle yakınlıktan değil, ticari ilişkileri çeşitlendirmek amacıyla mecburi ilişkilere girdi. Bundan ötürü ulusal basın ve muhalefetten sert eleştirilere maruz kaldı.


Sonuçta geçmişten gelen fakirlik, işsizlik halkı bezdirmişti. Devletteki mali güçsüzlük ise, küreseldeki yeni atılım kolları enerji, finans, ulaşım ve iletişim alanlarla ilgilenmeyi engellemişti.


Hacı yatmaz Zenginler işini biliyordu.


Karaborsacılar işini biliyordu.


Aracılar işini biliyordu.


Fırsatçılar işini biliyordu.


Rüşvet, iltimas, ali cengiz oyunları vardı.


Yeni ekonomi model o yıllarda güçlendirilseydi, hacı yatmazlara, karaborsacılara, fırsatçılara, aracılara ve işini bilen memura had bildirilseydi, İha, Siha, tank, top, tüfek, uçaklarımız o dönem üretilmeye başlanacak, ekonomik model başarıya ulaşacaktı ve sonraki dönemlerde Başbakan Ecevit'in öksürmesiyle döviz kalmaz, el sallamasıyla da düşmezdi.
Yüksek faizle yaşamak kader değildir. Paradan para kazanmak vicdansızlıktır.


Türkiye'de muhalefet yalnızca eleştirmektir. Üretmek, çözüm yolu sunmak kitaplarında yazmaz. Her eylem muhalefete muhtaçtır gözüyle yaklaşır. Doğru ve yanlış kriteri iktidardır. Dolayısıyla komik duruma düştükleri, yüzleri kızarmadan konuştukları pek olur. Ayrıca Ne solu soldur ne sağı sağdır. Marks'ın ekonomik modelini öneren bir sol parti görmedim. Gitsin de gitsin, ben geleyim ayağındalar. Çıksınlar da ekonomiyi nasıl düzelteceklerini anlatsınlar, bilelim. Zira Özal sonrası gelen hükümetler koltuğa oturmak dışında bir yol ortaya koyamadılar, fırsatı teptiler.


Böyle günler turnusol günleridir. Dost ile düşman ayrılır. Hükümete suç atanlar, kapıları kapatıp etiketleri değiştirdiler, gıda ve mal stoku yaptılar, aba altından sopa salladılar. Hepsini gördük. Ülke bunların eline geçerse ne olur, tahmin edemiyorum. 28 Şubatta bankaları boşaltanların çağdaş versiyonu olur, yıllarca onları borçlarını öderiz.


Evet yeni bir ekonomi modeli deneniyor. Batının modelleri, bizi mutlu etmedi. IMF'den kurtulduk ama sopası daima üstümüzde sallandı. Özal'ın modeli devam etmeli. Hacı yatmazlar cezalandırılmalı, rüşvetçiler deşifre edilmeli, düşük faizle para alıp dövize yatırım yapanların borçları hemen tahsil edilmeli, büyük kapital marketlerde denetim genişletilmeli, tüketici hakları genişletilmeli, kara para aklayanlar, hayali ihracat yapanlar ibretli cezalar ile caydırılmalı, mallarının tümüne el konulmalıdır. Çünkü sıfırdan varlık sahibi olmuşlardır.

Tabi bir şartla hep birlikte… Taş bağlayacaksak da beraber et yiyeceksek de beraber…