M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?
    
S. Savaş: İki erkek, iki kız, dört kardeşiz. Ben en büyükleriyim. 
    
M. Sarmış: Doğum tarihiniz? 
    
S. Savaş: 1941. Babam vefat ettiği zaman 11 yaşındaydım. Şu karşıda gördüğünüz fotoğraf 1947'de çekilmiş. Dayımın kucağında oturuyorum. Üstümde zıbın var. O zaman erkek çocuklar zıbın giyerdi.
    
M. Sarmış: Ben de 3-4 yaşlarında iken giydiğimi hatırlıyorum.  Peki, şu gördüğüm resim babanızın askerlik resmi mi?
    
S. Savaş: Babam normal askerliğini yapmış. İkinci Cihan Harbi'nde tekrar askere almışlar. Kendisini Van'da bir karakol kumandanı etmişler. Orada iki seneye yakın kalmış. 
    
M. Sarmış: Türkiye'nin de her an savaşa girme ihtimali olduğu için ihtiyaten yedekleri de askere almışlar o zaman. 
    
S. Savaş: Evet. Ben de o zaman vardım.
    
M. Sarmış: Peki sizden devam edelim o zaman. Çocukluk yıllarınıza dair anlatmak istediğiniz hatıralarınız var mı? 
    
S. Savaş: Çok bir şey hatırlamıyorum. Top oynardık. Fuat Kürkçüoğlu'nun "Çapıt Top" romanı var ya, biz de önce çapıt topla oynardık. Sonra futbol topu…
    
M. Sarmış: Fuat Hocanın o kitabını ben de okudum. Çok güzel bir kitap. Fuat Hoca akrabanız sanıyorum. Annesi İslim Hanım da Savaşlardanmış.
    
S. Savaş: Hanımın teyzesi olur. Hanım da amcamın kızı olduğuna göre iki taraftan da akrabayız.
    
M. Sarmış: Babanız okula gitmemiş; sizi de göndermedi mi?
    
S. Savaş: Göndermedi. "Giderseniz gâvur olursunuz." diyordu.
    
M. Sarmış: Hiçbirinizi mi göndermedi?
    
S. Savaş: Göndermedi. Kardeşim Osman'ı ben koydum okula. Babamın vefatının haftasında. Sonra inşaat mühendisi oldu; şimdi Adana'da yaşıyor. 
    
M. Sarmış: Peki siz daha sonra diploma almadınız mı?

S. Savaş: 1995 seçimlerinde Urfa milletvekili adayı idim. O zaman diploma lazım değildi, okuma yazma yetiyordu. İkinci (2002) seçimde lazım oldu; dışarıdan sınavla hallettik. 

M. Sarmış: Siyasi konulara daha sonra gireceğiz. Peki, okuma yazmayı nasıl öğrendiniz?
    
S. Savaş: Kendi kendime, dükkân tabelalarından öğrendim.
    
M. Sarmış: Hocaya gittiniz mi?
    
S. Savaş: Evet. Tuzeken Camii'ne, akrabamız Rahmetlik Mırine Hocanın yanına gittim. Ama ondan önce Sabriye Hoca'nın yanına gittim. Beykapısı'nın berisinde bir ev vardı, orada. 1947-48 senelerinde… Beykapısı Camii'nin (Kara Musa Camii) imamı Şerif Hoca'nın hanımıydı. Şerif Hoca da bazen eve geldiğinde bizi okuturdu. O da zannedersem sonra Birecik müftüsü oldu. Orada epey okudum. Ramazan Taplamacı da benim hoca arkadaşımdır. Daha sonra DSİ'den emekli oldu.
    
M. Sarmış: O yıllarda hocaya öyle açıktan gidilmiyor bildiğim kadarıyla…
    
S. Savaş: Eskide kalmış olayları hatırlatmanın çok anlamı yok.

M. Sarmış: Olsun, yine de anlatın. Sonuçta bu röportajların amacı da onları hatırlatmak. 

S. Savaş: O zaman evlerde Kur'an öğretimi yasaktı. Tek Parti dönemi. Çocuktuk daha. Bir cumartesi günü… O zamanlar Cuma günü tatildi, cumartesi günü işbaşı yapardık. Hoca da öyleydi.
    
M. Sarmış: Eski takvime göre yani.
    
S. Savaş: Evet. Mektepler öyle değil, ama hoca öyle. Neyse… Bir cumartesi günüydü. Hocadayız. Bir baktık, kapıya bir tekme vurdular. İçeriye polisler doluştu. Bizi dışarı çıkarıp etrafa düzdüler. Kız erkek hep beraber. Allah'ın işi, tam merdivenin yanına düşmüşüm. Girişte kapı var. Kolumu vurdum, kapı açıldı, hemen girip kapıyı arkamdan çangalladım. Dama çıktım. Halfemiz (kalfa) benden önce çıkmış. Beni görünce "Hemen sin (eğil, gizlen), kimse bizi görmesin." Sindim. Aşağıda polisler suç aletlerini (!) toplayıp götürdüler.

M. Sarmış: Yani Kur'an-ı Kerim'leri, cüzleri…

S. Savaş: Evet.
    
M. Sarmış: Peki çocuklar ne oldu, hocanız ne oldu?
    
S. Savaş: Hocayı da, çocukları da götürdüler. Çocuklara bir şey yapmadılar, sonra bıraktılar. Hocayı da bıraktılar, ama defalarca mahkemeye gidip gelmek zorunda kaldı. Yanlış işlerdi onlar. Maalesef oldu böyle şeyler. Atatürk'ün zamanında değil, İnönü'nün zamanında oldu. Atatürk hocalara hürmet ederdi, kıymet verirdi. İnönü zamanında Sovyetler Birliğine sempati duyanlar onlara yanaşmak için böyle şeyler yapmışlar.
    
M. Sarmış: O dönemin belediye başkanlarından Celal Güllüoğlu ile iyi tanışıyormuşsunuz.
    
S. Savaş: Tabii. Çok samimi idik. Bizim emmimiz gibiydi. Bak resmi orada.
    
M. Sarmış: Nereden geliyor samimiyetiniz? Çocukluktan mı?
    
S. Savaş: Yok yav. Adam benim iki yaşım kadar. Ama o dönem değil, sonradan. Ondan önce Fazıl Kürkçüoğlu belediye başkanı olmuş. (1946-1947) Adamı kızdırmışlar, kısa süre sonra istifa etmiş. Yerine bu Celal Güllüoğlu başkan olmuş. (1947-1949) Felaket bir adam. Mahmut Nedim Bey'in de damadı.

M. Sarmış: Fransızların işgal ettiği, şimdi Kurtuluş Müzesi olan konağın sahibi Mahmut Nedim mi?

S. Savaş: Evet.
    
M. Sarmış: Nasıl tanıştınız?

S. Savaş: Evi benim Alay Sokağındaki dükkânımın hemen altıydı. Her gün gelir yanımda otururdu. Beş altı kızı vardı, oğlu bir taneydi; Mehmet… Ankara'da bir yerde genel müdürdü zannedersem. Doğan Güllüoğlu'nun, kardeşi Halil Güllüoğlu'nun da amcasıydı Celal emmi.

M. Sarmış: Şu avukat, bestekâr Doğan Güllüoğlu mu?
     
S. Savaş: Tabii ya! Çok iyi bir adamdı. Bizim samimi dostumuzdu. Onun da resmi var şurada. Meşhur bestekâr. Udîdir. Çok eseri var. "Ahu gözlüm gene senden ayrıyam"  türküsünü duymuş olman lazım.
    
M. Sarmış: Bilirim o türküyü, çok güzeldir. Celal Güllüoğlu'ndan söz ediyordunuz.

S. Savaş: Mahmut Peltek'le beraber Urfa'ya gelirken, Adana yolunda kaza geçiriyorlar. Kendisi ölüyor, Mahmut Peltek ağır yaralanıyor. Perişan oluyor. Sonradan Ticaret Odası başkanı olan Halil Peltek'in babası. O da benim çok iyi dostumdu. Bir gün cuma namazından sonra dükkâna geldi. Oturup birer çay içtik. Kalkıp gitti, arabasını arkaya bırakmıştı, biraz sonra döndü, "Kalbim çok çarpıyor. Nasıl edeyim?" dedi. Dedim Hastaneye gidelim. Damadı Mehmet Işık, Sigorta Hastanesi'nde doktor. Dâhiliyeci. Mehmet Avcılar baştabip. Yok mok dedi. Bir araba çağırdık. Daha hastaneye girer girmez, pat edip yere düştü. Orada bitti. Allah rahmet etsin.