BİRİNCİ BÖLÜM
Kendisi ile 1993'te Urfa'ya geldikten sonra tanışmış, çeşitli platformlarda görüşmüştük, ancak çok yakın bir münasebetimiz olmamıştı. Son yıllarda, sosyal medya üzerinden ve özellikle telefon ve mesaj hattından dostluğumuzu ilerlettik. Ankara'da yaşadığı için yüz yüze görüşme imkânı bulamıyorduk. Urfa'ya geldiği zaman röportaj niyetimi iletmiştim. Nihayet 7 Ekim 2022 Cuma günü, doğduğu, çocukluğunu yaşadığı baba diyarı olan Bozova'ya bağlı Zivanlı Köyünde buluştuk.
Bu sefer yanımda Harran Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Kaya ve edebiyat öğretmeni, şair, yazar Eyyüp Azlal da vardı. Köye varınca önce camide Cuma namazını eda ettik. Sonra Mehmet Beyin, çevresindekilerin ısrarına rağmen muhafaza etmeye devam ettiği babasından kalma mertek tavanlı, taş duvarlı tarihi evine geçtik.
Evin harem diyebileceğimiz doğusundaki odasında güzel bir yemek yedik, sonra zamanında babasının köy odası gibi kullandığı, şimdi Mehmet Beyin kitapları ile dopdolu olan batısındaki büyük odaya geçtik. Bir yandan muhabbet ederken bir yandan da röportajımızı gerçekleştirdik.
Mehmet Sarmış: Değerli Hocam, isterseniz sohbetimize ailenizden başlayalım.
Mehmet Oymak: Köyümüz Bozova ve Suruç arasında. Bu bölgeye Baziki/Beski/Beskân denilir. Bu sebeple bölgede yaşayan herkes "Bezki/Baziki" kabul edilir. Bulunduğumuz nahiye Kanlıavşar. Sonradan hangi akla hizmetse "Şanlıavşar" adı verilmiş. Dedelerim buraya yaklaşık 200-250 yıl kadar önce Karacadağ taraflarından gelmişler.
Zivanlı dahil bölgedeki yaklaşık 20 kadar köyün halkı birbiri ile akrabadır. Dedemin babası buraya, yani Zivanlı'ya yerleşmiş. Dedemin dedesi Bekir, onun oğlu Cuma, dedem Seydi (Ahmet), babam da dedesinin adını almış, yani Cuma. Daha doğrusu Mehmet Cuma. Yani ailede çift isim geleneği var ve isimlerden biri de genellikle Mehmet, Ahmet gibi isimler… Benim adım Mehmet Adil. Oğullarımın adı Ahmet Eymen, Muhammed Fatih… Kardeşim Seyit Ahmet, merhum abim Mehmet Sabri…
Ailemizin bir özelliği de okumaya önem vermesi. Eskiden beri öyle, yani okuyan bir aile. Aşiretimizin adı Kej, Kejan, Kejanlı, Alakej… Urfa'da soyadları ayrı ama hepsi aynı kökten olan birkaç aile daha var. Merkezde Yazarlar, Balaklar, Gayberiler gibi. Kej, Keji, kumral, sarışın gibi anlamlara geliyor. Karacadağ ve ötesinde yaygın bir aşiret. Bingöl, Batman, Kurtalan, Harput, Elazığ, Diyarbakır gibi yerlerde de varlar.
M. Sarmış: Dedenizden devam edelim.
M. Oymak: Dedemin dedesinin üç köyü var. Büyük oğlu Cuma evlenince "Hangi köyde oturmak istiyorsun?" diye soruyor; o da Zivanlı'yı tercih ediyor. Yani bizim buradaki varlığımız dedemin babası ile başlıyor. Dedem 5-6 yaşında iken, babası oldukça genç bir yaşta vefat ediyor. Okuyan, kültürlü bir adammış.
Tabii o zamanın okuması neyse o. Osmanlı'nın son döneminde bir takım temel kitaplar var. İslami nitelikte kitaplar. Vefat edince oğlu, yani dedem, Seydi Dedem, tek erkek çocuk olarak kalıyor. Bir de kız kardeşi var. Dedim ya ailenin bir okuma özelliği var. Bir de dindarlık var. İslam'a bağlı bir aile. Dedem ve kız kardeşi çocuk yaşta yetim kalıyorlar. O günün şartlarında tek erkek çocuk olunca bazı malum sıkıntılar doğuyor.
O yüzden dedemi erkenden evlendiriyorlar, henüz 15-16 yaşlarında. Ailesi Karakeçili olan Naile Nenemi alıyor. Ondan dört erkek, altı kız çocuğu oluyor. O okuma geleneğini o da sürdürmek istiyor. Kendisi zaten okuryazar. Çocuklarını da okutmak istiyor. Artık nerden getirmişse unuttum, Molla Mahmut adında devrin âlimlerinden birini köye getiriyor. Bir nevi minik bir medrese kuruyor.
Molla Mahmut'a "Çocuklarımı okut, civar köylerden de kim isterse onları da okut." diyor. Onun geçimini de temin ediyor. Böylece babam da halalarım da okuma imkânı buluyorlar. Kur'an-ı Kerim, fıkhi konular, mantık, Arapça, felsefe gibi dersler, yani bir çeşit medrese dersleri… Bölgemizde kadınlar pek doğru okumazlar, oysaki halalarımın çok güzel kıraatları vardı.
Büyük amcamız İbrahim Halil, onun küçüğü Mehmet Salih, babam üçüncü sırada Mehmet Cuma ve dördüncü de Abdülkadir. Hepsi okumuş. Büyük amcam İbrahim Halil Urfa merkezde, hastaneye yakın eski Urfa evlerinden birinde açılan yatı mektebinde okumuş. Yaşı gelince Salih Amcam da ilkokula kaydediliyor. Babam Latin alfabesi ile okumaya başlıyor. Ona biraz mesafeliydi. Fakat eski yazıya merakı çok. Çok da güzel yazısı vardı. Okulda da okutuluyormuş ama kendisi yetişmemiş, bir önceki sene sona erdirilmiş. Bu yüzden hep üzülürdü. Diyordu ki "Ben 3. sınıfa geçiyorum yazı 4. sınıfa gidiyor, ben 4'e geçiyorum yazı 5'e gidiyor. O yüzden ben onu okulda bir türlü okuyamadım." Hep Latin alfabesi ile okumuş.
Büyük amcam İbrahim Halil Adana'da muallim mektebine devam ediyor. İkinci Amcam Mehmet Salih Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesine gidiyor. O zaman bölgenin en önemli lisesi. Orada başarılı olduğu için hocaları onu İstanbul Teknik Üniversitesi'nin İnşaat Bölümüne gönderiyorlar. Herhalde o zaman öğrenciler hocalarının referansı ile yüksekokula gidebiliyorlar. Mezun olunca büyük amcam öğretmen, ikinci amcam da mühendis oluyor. Ulaştırma Bakanlığında görev alıyor, zaten sonraları, daha göreve devam ederken ölüyor.
M. Sarmış: Peki babanız…
M. Oymak: O zaman Urfa'da lise yok. Amcam o sırada Kütahya'da öğretmenlik yaptığı için gel burada oku diye babamı da yanına çağırıyor. Böylece babam ortaokulu bitirdikten sonra lise eğitimi için Kütahya'ya gidiyor. Bir süre de okuyor. Bu sırada küçük amcam rahatsızlanınca dedem buradaki işlere kim bakacak diye telaşlanıp, babama okulu bırak gel diyor. Böylece babam eğitimini yarım bırakıp dönüyor, buradaki işlerle ilgilenmeye başlıyor.
M. Sarmış: Babanızın evliliği konusuna gelelim.
M. Oymak: Babamın evliliğine gelmeden önce dedemin evliliği konusu var. Büyük ninemin yaşı ve hastalığı ilerlemiş. Dedem evlenmek istiyor ve akrabadan beyaz isimli ninemiz ile evleniyor. O da genç yaşta vefat ediyor. Bir halamız kalıyor ondan. Dedemin evlilik ısrarı devam ediyor. Babam her işe baktığı gibi dedemin evlilik işini de görev biliyor. Evlendiriyor da… Dursunhan Ninemiz ile evleniyor. Ondan da yedi amcamız ve bir halamız oluyor.
Babama gelince… Bizim köyün hemen yakınında meşhur Çarmelik Köyü var. Annemin ailesi yazın köyde, kışın şehirde yaşayan bir aile. Hepsinin boyları çok uzun, iki metre civarında olduğu için onlara "Uzun Aliler" diyorlar.
M. Sarmış: Sizin boyunuz da oradan geliyor demek ki.
M. Oymak: Evet, herhalde. Ailenin büyüğü Molla Müslüm, mollalığı var. Onun oğlu Molla Nasır. Annem Lütfiye bu Molla Nasır'ın kızı. Annemin baba tarafı Türkmen. Anne tarafı da Kürt, Yahli diye bilinen meşhur bir aile. Annem çok iyi bir Türkmen hayat tarzı ile yetişmiş. Dedem Hacı Nasır dindar biriydi. Her sabah Dergah'ta yapılan zikre iştirak edermiş, vefatına kadar da devam etmiş. Hatta hoş bir şey vardır. Cemaattekiler, "Mezarını Dergah'ın karşısına yapalım ki yine bizimle beraber zikre katılmaya devam etsin." demişler. Öyle yapmışlar. Mezarı tam mescidin penceresinin karşısında idi. Bu yeni Mevlid-i Halil Camii yapılınca onun mezarını da diğerleri ile beraber kıble tarafına naklettiler. Annem böyle bir iklimde yetişmiş. Çok iyi Türkçesi vardı. Hem baba, hem anne tarafından gelen bir özellik. Her iki tarafın da hatip bir yanları var. Mesela hangisi ile konuşursanız konuşun on dakika içinde beş tane atasözü geçer, deyim geçer.
Evliliklerine gelince… Daha önce çok yanlış anlatılan ve anlaşılan bir konu var; "berdel"… Bazı kesimler garip bir evlilik tarzı olarak lanse ediyor. Öyle değil. Berdelde iki erkek birbirlerinin kız kardeşleri ile evleniyorlar. Aynı anda olunca berdel oluyor, farklı zamanlarda olunca berdel sayılmıyor. Çok yaygın. Çünkü pratik bir yol. Tek bir evlilik için yapılacak olan düğün, tören, şu, bu, iki evlilik için yapılıyor. Yani masraf yarı yarıya düşüyor. Bir de kestirme bir yol. İki aile birbirini tanıyorsa ve birbirinden razıysa, yeni bir arayışa gerek yok, aralarındaki bağı kuvvetlendirmiş oluyorlar. Bizimkiler de bu şekilde bir evlilik yapmışlar. Yani dayımla halam da evlenmişler. Akrabalık bağlarımız o yüzden daha sıkı. Köy o tarihi kervansarayın olduğu Çarmelik. Şimdi adını Büyükhan yapmışlar. Tıpkı Kanlıavşar'ı Şanlıavşar yaptıkları gibi. Ama dedem biraz Çarmelik'te biraz da daha ötedeki Demirci denilen ve çok kalabalık olmayan başka bir köyde otururdu. Onun da köylülere açık bir odası vardı. Daha ziyade tarımla uğraşıyor, ama ticari işleri de var. Bir nevi nakliye işi. Baba tarafımda da var biraz.
Diyarbakır-Urfa-Rakka arası. Bir de davar besliyorlar. Yaylak kışlak şeklinde. Geçimleri böyle. Dedem, yani babamın babası 85 yaşında, ben lisede iken vefat etti. Ona "Niçin yaşamak için bu kıraç yerleri tercih ettiniz?" diye sorardım. "O zaman Harran tarafları kupkuru idi, davar için gerekli ot yoktu. O yüzden ziraate de uygun değildi." derdi.
Dedemin babasının içinde okuma sevgisinin yanında büyük bir ağaç sevgisi de var. Bu bölgede toprak kıraç, bir şeye yaramıyor. Fıstık dikelim demiş. Böylece bölgede ilk defa fıstık ağaçlarını o dikmiş. 1886-1887'lerde. Biliyorsunuz fıstığın 4-5 yaşında aşılanması gerekiyor. Muhtemelen 1900'lerde atlarla Halfeti taraflarına gidip "ülbe" dediğimiz tahta kovaların içinde aşı kalemleri getirmişler. Niçin ülbe? Aşı kalemlerinin zarar görmemesi için ıslak bir ortamda taşınması lazım.
M. Sarmış: Yani fıstık dikimi bu bölgede 1900'lerde sizinkiler tarafından mı başlatılmış?
M. Oymak: Esasında Urfa'da Tülmen, Sıttıkale ve Halfeti'de önceden beri var. Bizimkiler bu bölgede öncülük etmiş. Çok geç yayıldı tabii. Niye? Derler ki "fıstık diken yemez". Bunu bir uğursuzluk gibi kabul ediyorlar. Hâlbuki bunun sebebi fıstığın geç meyve vermesi, 20-25 yılda yetişiyor ancak. Öyle olunca nasıl yesin? Zamanla anlaşıldı tabii. Çok yayıldı. Şimdi neredeyse buralarda boş yer kalmadı. İşe bakın ki ilk başlatan biziz, hâlâ boş toprağı olan da biziz. Devam Edecek...