ALTINCI BÖLÜM
M. Sarmış: Evet. Artık siyaset konusunu bitirip kültürel çalışmalara dönebiliriz. Kitap okumaya başlama sürecinizden, babanızın bu konudaki rolünden daha önce söz etmiştiniz. Yazarlığınız da var, ama özellikle şiir öne çıkıyor. Nasıl başladınız?
M. Oymak: Aslında herkes belli bir çağda şiirle ilgilenir. Çoğu sürdürmez, yazdıklarını şiir saymaz, yırtıp atar. Ben yırtıp atmadım. Vazgeçmedim de... O ilk şiirlerin nerede olduğunu bilmiyorum, bazen defterlerimin arasında karşıma çıkıyor. Bana göre okuyan adam ister istemez şiire yöneliyor. Benim de öyle oldu. Zamanla gelişti. 1970'lerin ortalarından itibaren yazdıklarım hoşuma gitmeye başladı. Lisede kendi branşım dışında çok çeşitli derslere girdim. En çok da edebiyat, kompozisyon, sosyoloji, mantık. Özellikle bu edebiyat dersleri edebiyata meylimi arttırdı.
M. Sarmış: En çok sevdiğiniz, okuduğunuz, etkilendiğiniz şairler kimler?
M. Oymak: Aklıma ilk olarak Yunus Emre geliyor. Bence Yunus Emre'yi herkesin okuması lazım. Mutlaka ve her zaman okunmalı. Bilmiyorum Mehmet Akif Ersoy'u söylemeye gerek var mı? Sadece şairliği değil, aynı zamanda bir mefkûre meselesi. Mutlaka okunmalı. Okudukça insan daha çok zevk alıyor. Sonra Arif Nihat Asya var. Ben onun hayranıyım. Şiirini çok seviyorum. Necip Fazıl Kısakürek'in şiirini teknik olarak çok seviyorum. Kelimeleri çok ustaca kullanıyor. Ve elbette Sezai Karakoç... Biz ona "abi" diyoruz. Şiirini çok çok iyi anlıyorum diyemem. Tabii ki çok büyük şair. Bana göre bu yüzyılın Türk edebiyatında da fikir hayatında da en büyüğü odur. Dönüp dönüp defalarca okunması lazım. Ben kırk, kırk beş senedir büyük bir zevkle okuyorum. Özellikle kısa makalelerinin her biri ayrı bir ufuk açıyor.
Bir de tabii kişiliği çok önemli. Yaşayışı ben çok önemsiyorum. Adam tevazudan bahsediyor, kendisi Nemrut gibi gururlu, kibirli. Ben ne anladım onun dediği tevazudan? Ama Sezai Karakoç'un her şeyi göz önünde. Ömür boyu beş kuruşa tenezzül etmemiş. Kimseye minnet etmemiş. İş yerine yaya olarak gidip geliyor. Bir bürosu vardı, kitap ambarı gibi bir yer. İnandığı gibi, söylediği gibi yaşıyor. Dünyalık bir derdi yok. Derdi başka, derdi davası. Onu da öylesine benimsemiş ki, insanlara da bulaştırıyor. Onun için mutlaka okunması lazım. Onun dışında, günümüzde adı duyulmuş şairleri pek sevmiyorum. Şair olabilir, ama ben yaşayışlarını, duruşlarını beğenmiyorum.
M. Sarmış: Hüseyin Baykuş'un Dil ve Edebiyat Dergisinde yayınlanan sizinle ilgili "Doğu Müktesebatının Mütevazı Şairi: Mehmet Adil Oymak" başlıklı bir yazısı var. Şiir kitaplarınızdan ve şiirinizden genişçe söz ediyor. (Dil ve Edebiyat Dergisi, Yıl 2015, 80-81-82. Sayılarda üç bölüm halinde yayınlanmış.) Fakat ben sizin değerlendirmenizi almak istiyorum. Siz kendi şiirinizi nereye koyuyorsunuz?
M. Oymak: "Benim şiirim" demek pek hoşuma gitmiyor ama sordunuz diye mecburen söylüyorum. İlk şiir kitabım 1981'de yayınlanan "Adsız Kitap", ikincisi 2002'de yayınlanan "Leyla İle Mecnun". Her ikisi de Harran Yayınları'ndan çıktı. Şiirimi beğeniyorum. Adsız Kitap'taki şiirler, iki üç tanesi hariç, şiirdir bana göre. Şiirlerimin hepsinde mutlaka fikir vardır. Yani sırf şiir olsun diye, aşk sevda demek olsun diye değil. Nitekim bu ikinci kitap da, yani Leyla İle Mecnun, öyle çıktı. İkinci baskısı da çıktı. Üçüncü baskısı çıkacak.
Daha da geliştirip son şeklini öyle vereceğim. Edebiyatçılar ne derse desin, benim öyle bir kaygım yok. İster serbest, ister vezinli. Eski şiir, yeni şiir gibi tabirleri de kabul etmiyorum. Şiir şiirdir. Şiir nedir o zaman? Şiirde biraz bediiyyat olur, güzellik olur. Ama şiirde özellikle bir ses olur. Bir musiki, bir ahenk olur. Eğer ahenk yoksa, serbest şiir adı altında kuru kuru sırf laf ebeliği yapılıyorsa, ki bana göre şimdi çoğu öyle, ben ona şiir demiyorum. Zaten onun iz bırakacağını da düşünmüyorum. Bana göre birbirlerini hatır gönül niyetiyle övüyorlar. Her derginin etrafında bir iki baron oturmuş, "sen şairsin, sen değilsin, seninki yayınlamaya uygun, seninki değil" deyip Molla Kasım gibi kesip atıyorlar. O yüzden ben şiirlerimi hiçbir dergiye göndermedim.
Eyyüp Azlal: Hocam sizin şiirinizde vezin, ölçü var mı?
M. Oymak: Ben şiiri söylüyorum. Yazdıktan sonra bakıyorum hece tutuyor. Yani ben hece kavgası vermiyorum. Mesela bir şiirde 19 mısra 7 hece, bir mısra 8 hece. Bakıyorum oraya oturmuş, sırıtmıyor. Olsun. Bir örnek vereyim. Adsız Kitap'tan "Anne" başlıklı şiirim:
ANNE
Coşkun bir sevgi pınarı
Akıtır akıtır anne
Bulunmasın diye kötü yavru
Dünyayı arıtır anne
Yüreğini mum diye yakar
Eritir eritir anne
Çökmesin diye karanlık
Güneşe diretir anne
Yavrunun kolu kanadı
Varlıkların özüdür anne
Her dilin ilk öğrenilen
En güzel sözüdür anne
Şimdi burada okurken hiçbir sorun yok. Su gibi akıyor. Ama gerçekte bir iki yerde heceye uymuyor. Ne yapalım? Olsun. Heceye uydurmaya kalktığım zaman bir taşa çarpar gibi oluyorum. Demek istediğim zorlamaya gerek yok. Barış Manço'yu Urfa'ya davet etmiştik. Programdan sonra Diyarbakır'a götürüyoruz; o zaman Urfa'da uçak yok. Bu kitabı ona hediye ettim. Bu şiiri okudu, tekrar tekrar baktı. En son dedi ki "Ben kendi şiirimden başka şiir bestelemedim." Yani benim anladığıma göre, "Eğer başkasının şiirini besteleseydim bunu da bestelerdim." demek istedi. Arif Nihat'ın şiirinde ses ve ahenk çok iyidir. Nazım Hikmet'in şiirinin hepsinde yok ama yüzde 80'inde ses ve ahenk çok iyi. Adam "şiir" yazmış. İster kabul et, ister etme. Aslında fikir olarak da küfür yok. Onu niye bize "komünist", "kafir" diye tanıttılar, onu da bilmiyorum.
M. Sarmış: Osmanlı'nın son zamanlarında başlayan kutuplaşmanın, Cumhuriyet dönemine taşan, bugün de büyük ölçüde devam eden yansıması. Her grup kendi bakış açısını çevresindeki gençlere telkin ediyor, hatta zorluyor. Gençler de büyüklerden aldıkları bu yaklaşımı sürdürüyor. Kendilerinden olanı sevmek, karşı tarafa da kızmak gerektiğini öğreniyorlar ve öyle yapıyorlar. Tabii bunun sonucu olarak da birbirlerinin değerlerinden mahrum kalıyorlar. Sadece bizim de mensubu olduğumuz taraf değil, bütün taraflar böyle yaptı, yapmaya da devam ediyor. Fakat son zamanlarda yavaş da olsa bu bariyerleri yıkanlar oluyor. Nitekim geçenlerde Urfa'ya geldiği zaman Yazarlar Birliği'nde sohbet ettiğimiz Mehmet Atilla Maraş da bu konudaki rahatsızlığını dile getirmiş, tıpkı sizin gibi Nazım Hikmet'le ilgili güzel sözler söylemişti.
M. Oymak: Demin söylemeyi unuttum. Şiir kitaplarım ile ilgili bir hususu daha eklemek istiyorum. Ben aslında şöyle düşünmüştüm: "Adsız Kitap" bir. "Garip Kitap" iki. "Mutlu Kitap" üç. Kafamda böyle kurguladım. Niye? Adsız Kitap'taki şiirlerin muhtevası filan tamam, ama tarzı, üslubu net değil. O yüzden "adsız". Diğeri, "garip", daha yalpalıyor. Leyla İle Mecnun ile birlikte yayınlandı. Üçüncüsü de "Mutlu Kitap". Orada da amacım doğrudan Asr-ı Saadeti anlatmak. Onun için bir adı da "Gül Devri"dir. Ne zaman nasip olur bilmiyorum. Bu arada 2015 yılında "Senden Gayrısına Elveda" adlı yeni şiir bir kitabım çıktı. Önceki kitaplardan seçmeler ile yeni şiirlerden oluşuyor.
M. Sarmış: Çok sayıda şiirinizin meşhur bazı bestekârlar tarafından bestelendiğini biliyoruz.
M. Oymak: Evet, meşhur bazı bestekârların bestelediği şiirlerim oldu. Yusuf Nalkesen, Sadi Hoşses, Alaattin Yavaşça, Amir Ateş, Atilla İçli, Ahmet Hatipoğlu, Murat Demirhan, Mehmet Bitmez, Doğan Güllüoğlu, Kadir Algın, Suat Yıldırım, Raif Vırmiça, Mustafa Çalık ve Şentürk Deveci gibi... Bunların hepsi literatüre girdi. Bazı yayınlarda adımı görenler, beni arayıp "Bu sen misin?" diye soruyor. İhtimal veremiyorlar galiba.
M. Sarmış: Şiir dışında da önemli kitaplarınız var. Onlardan da söz edelim biraz.
M. Oymak: "Urfa and Harran". Uzunca söylersek "The Cıty of Prophets-Peygaberler Şehri Urfa ve Harran". İlk defa 1998 yılında yayınlanan bir rehber kitap. İngilizce-Türkçe. Fotoğraf ağırlıklı. Daha ziyade yabancılara hitap ediyor. Bir diğer kitabım "Hz. İbrahim Halilullah ve Urfa". 1990'da Harran Yayınları'ndan çıktı. Bundaki amacım Hz. İbrahim'in Urfa'da yaşadığını delilleri ile ispatlamaktı. Sonunda başardığıma inanıyorum. Bana göre Hz. İbrahim kesin olarak Urfa'da yaşamıştır.
Sonra 1994 senesinde "Urfa ve Hz. Eyyûb"u yazdım. Bu ikisi önce ayrı ayrı basıldı. Sonra "Hazreti İbrahim Halilullah (AS), Hazreti Eyyub (AS) ve Peygamberler Şehri Urfa" adıyla birleştirilerek yayınlandı. Vakıf yayınlıyor, gelirini Dergâh Camii'ne bağışlıyor. Viranşehir'deki Eyyüp Nebi makamını anlatan, rehber kitaba benzer bir başka çalışmam var; "Peygamberler Beldesi Eyyüpnebi". 2000'de bastırıldı.
Bir de bunların hepsinden önce İbrahim Halil Çelik ile beraber kaleme aldığımız "Neden Üniversite, Neden Urfa, Neden Harran?" kitapçığı var. Yani neden üniversite kurulmalı, neden Urfa'da kurulmalı, neden adı Harran olmalı, bunları anlatmaya çalışıyoruz. 1975 yılında basıldı. Küçük ama önemli bir çalışma. Ha bir de yüksek lisans tezim olan "Atasözleri ve Deyimler" var ki, gerçekten akademik yönü olan çok önemli bir çalışmadır. İlk baskısı 1999 senesinde yapıldı.
Bunların haricinde birçok kitabın yayın kurulunda bulunduk. Birçok kitapta bölüm yazarlığımız, birçok dergide yazılarımız var. Bunlardan Prof. Dr. Mehmet Çelik'in editörlüğünde çıkan 2 ciltlik "Edessa'dan Urfa'ya" kitabındaki bölüm müstakil bir kitap olabilir. Fakat ben artık o işlerle uğraşmak istemiyorum.
İşin içine hatır gönül işleri giriyor, hoşlanmıyorum. Bakın "Edessa'dan Urfa'ya" kitabı. Erbabı bilir, Prof. Dr. Mehmet Çelik Hoca tarihçi ve Urfa konusunda uzman. Bu kitabı 8 kişi yazmış. Fakat Urfa bundan habersiz. Haberi olanlar da kitabın adını ağzına almıyor.
Devam edecek...