M. Sarmış: Şimdi senin doğumuna gelelim. Hangi tarihte, hangi mahallede doğdun?
M. Kurtoğlu: Üçüncü sırada olduğumu söylemiştim. Benden önce, Mehmet adını verdikleri başka bir çocuk var, bir buçuk yaşında ölüyor. Sonra o adı bana veriyorlar. Dedemin adı. 21 Aralık 1967 tarihinde doğmuşum. Babam, diğer kardeşlerim gibi askere geç gideyim diye nüfusa 1969 olarak kaydetmiş. Tabii birçok Urfalı gibi 1 Ocak olarak… Arap Mahallesi'nde Kuyubaşı denilen yerde. Bir yaşında iken de babam Ellisekiz Meydanı'nda bir ev satın almış. Kurtuluş Mahallesi, Doğu Sokak, No: 9… 30 yıl o evde yaşadık. Evlenene kadar… Kadim Urfa'nın evlerinde çok güzel bir çocukluk yaşadım.
M. Sarmış: Nasıl bir çocukluk?
M. Kurtoğlu: Bir defa evler yatay, aynı hizada ve birbirine bitişik… O yüzden sokağın bir ucundan diğer ucuna kadar gidebiliyorduk. 30 yıl boyunca hiçbir hırsızlık olayı olmadı. Çocuklar için mahalledeki bütün evlerin kapısı açıktı. Bütün evler bizimdi. Hepsi hayatlı evlerdi. Kendi evimiz gibi girip çıkardık. Bütün kadınlar annemiz gibi davranırdı. Kimse "Burada ne geziyorsun?" demezdi. Oyun oynarken evden eve giderdik; birbirimizi evlerin içine kadar kovalar, gerekirse saklanırdık. Bir yerde düğün, sünnet varsa, rahatça girer çıkardık. 
M. Sarmış: Sen nasıl bir çocuktun? Afacan bir şey olmalısın.
M. Kurtoğlu: (Gülüyor.) Ben şu anda apartmanlarda, sitelerde yaşayan çocuklara acıyorum. Hayat dediğimiz avlularda gerçekten hayat vardı. Toprak, yer yer taş döşeli. Ağaçlar, çiçekler… İstediğimiz gibi oynardık. Gökyüzü ile barışıktık. Dam toprak. Yazın dama çıkıyorsun gökyüzü uzayıp gidiyor. Elektrik olmadığı için geceler bu kadar aydınlık değil. Yıldızlar yanıp söner, göz kırpar. Yıldızları sayarak yatıyorsun. Bambaşka bir şey! Hava sıcak, dam nispeten serin… Bir bakarsın damdakilerden biri uzun hava çeker, dinlersin. Sıra gecesi olur, ses bize kadar gelir. İster istemez kulakların o müziğe aşina olur. Yani yetiştiğin mahalle, sokak, ev, sana kendi kültürünü dayatıyor, daha doğrusu güzellikle aşılıyor. 
Farkında olmadan sende derin izler bırakıyor. Yine mesela bizim terbiyemizle sadece babalarımız, annelerimiz değil, mahalledeki komşuların erkekleri, kadınları, hatta bizden büyük abilerimiz bile ilgilendirdi. Bir yaramazlık yapsak müdahale ederlerdi. Yani bir otokontrol sistemi vardı. Mahalleden yabancı biri iki defa geçecek olsa, görenler şüphelenir ve hemen "Niçin geçiyorsun?" diye sorarlardı. "Mahallenin namusu" dediğimiz bir olay vardı. Şehir kültürünün getirdiği bir şey. Bugün bir İslam tasavvurundan bahsediyorsak veya yeni bir medeniyet kurmaktan bahsediyorsak, bu mahalle kültürünü yeniden inşa etmemiz lazım. Bugünkü apartman kültürü veya son zamanlarda yaygınlaşan site kültürü Batı medeniyetinin ve tasavvurunun ortaya çıkardığı bir şey. Batılı hayat veya bir başka deyişle modern hayat bize apartman üzerinden girmiştir. İlk olarak İstanbul'a girdiğinde bunun tartışması da yapılmıştır. İlginçtir, Tanpınar gibi solda duran bir adam apartmanlara karşı çıkmış, eski ahşap evlerin korunmasını istemiş; Peyami Safa gibi milliyetçi ve muhafazakâr bir adam ise apartmanlaşmayı övmüştür. Böyle de bir tezat var. Aslında biz mahalle kültürünü kaybettiğimizden dolayı şehirlerimizi de kaybettik. Bugün şehirlerde yaşadığımız sıkıntıların, çocuklarımızın yaşadığı sıkıntıların, gerek sosyolojik, gerek psikolojik, gerek ekonomik, ne dersen de, hepsinin temelinde mahalleyi kaybetmemiz, mahalleyi kaybettiğimiz için de şehri kaybetmemiz yatmaktadır. Çünkü medeniyet eşittir şehir demektir.  
M. Sarmış: Mekân hayatı da dayatıyor. 
M. Kurtoğlu: Evet. Mesela 70'li yıllarda evlerimizde televizyon yoktu. Babam Kadiri tarikatındaydı. Tarikat arkadaşlarıyla sıra gezerdi. Her hafta perşembe akşamları birinin evinde toplanırlardı. Çiğköfte yapılırdı. Üzerine kadayıf yenirdi. Müzik yoktu. Kadiri zikri yaparlardı. Tasavvufi hikâyeler anlatırlardı. Biz çocuklar da katılırdık. Ben imam hatip öğrencisiydim. Kur'an okumasını bildiğim için zikrin girişinde bana aşir okuturlardı, ilahi okuturlardı. Ben Yunus'un ilahilerini kitaptan öğrenmedim, tekkede dinleyerek öğrendim. Ben de zikre katılırdım, benim biraderlerim de katılırdı. Babam bazı geceler de Kamberiye'de tekkeye giderdi. Kamberiyeli olduğun için tanıyor olman lazım, orada Abdülkadir Rızvanoğlu diye biri vardır; sanıyorum hâlâ yaşıyor. Dinî şiirler yazar, gazel ve mevlit okur. Onun bir tekkesi vardı. Babam da haftada iki gece, perşembe ve pazar geceleri, oraya giderdi. Bazı perşembeler de evlerde dolaşırlardı. Babam beni ve kardeşlerimi de götürürdü.
M. Sarmış: Abdülkadir Rızvanoğlu'nu tanırım. O da röportaj listemde var. Sesi de çok güzeldir. Çok güzel de ezan okur. Tekke dediğin yer nerede idi?
M. Kurtoğlu: Mahallenin kuzeyinde Peygamber Camii'nin arkasına düşen bir yerdeydi. Evinin bir odasını tekke gibi kullanıyordu.  Ben de oraya gide gele tekke kültürü ile yetiştim. O sıralar birinden intisap alarak Kadiri olmadım. Sonraki yıllarda Haydar Baş'tan el aldım…
M. Sarmış: Dur bakalım, sen tarikata da mı girdin? Nasıl oldu?
M. Kurtoğlu: Şöyle oldu. 1983'te imam hatip öğrencisiyim. Haydar Baş o sırada tarikatını yeni kurmuştu veya Türkiye'ye yaymak istiyordu. Her cemaatin neşvünema bulduğu çeşitli şehirler vardır. Kimisinin İstanbul, kimisinin Konya, kimisinin Kayseri…
M. Sarmış: Haydar Baş'ın ki de Trabzon.
M. Kurtoğlu: Trabzon, ama Kadiriliğin Türkiye'ye yayılışı Urfa üzerinden olmuştur. Urfa Kadiriliğin güçlü merkezlerinden biridir. Dede Avni Hazretleri de Kadiriliğin önemli bir ismidir. Haydar Baş kendisi ile Dede Osman Avni arasında bir illiyet bağı kuruyordu. Hatta Urfa'ya gelip konferans verdiğinde "Benim atalarım Urfa'dan Trabzon'a gitmiş." demişti. Soyunu mu kastetti yoksa Kadiri silsilesini mi, anlayamadım. Dediğim gibi 1983 yılında imam hatipte ortaokul öğrencisi idim. Haydar Baş o sırada İcmal ve Öğüt adlı iki dergi çıkarıyordu. Recep Şahin adlı bir müridini dergi temsilcisi sıfatıyla Urfa'ya göndermişti. Recep Şahin iyi bir hattattır.
M. Sarmış: Hatırlıyorum; cemaatin kanalında da hat dersi veriyordu.
M. Kurtoğlu: Doğru. Urfa'da İzgördü Pasajı'nda bir bürosu vardı. O büroda hat dersleri de veriyordu. Hattat Mehmet Ali Caduk ve daha başka isimler kendisinden hat dersleri alırdı. Ben de ders alırdım. İcmal Dergisine de aboneydim.
M. Sarmış: Recep Bey Urfalı mıdır?
M. Kurtoğlu: Hayır, Trabzonlu. Haydar Baş kendisini görevlendirmiş. Görünüşte dergi temsilcisi idi; gerçekte ise cemaatin teşkilatlanmasıyla görevliydi. Yunus'un dergâha odun taşıması misali bu da tekkeye hizmet etmek, tarikatı yaymak gibi bir görev üstlenmişti. Hekimdede tarafında bir evde kalıyordu. 
M. Sarmış: Seninle nasıl bağlantı kurdular?
M. Kurtoğlu: Dediğim gibi o sıralar İmam Hatip'te öğrenci idim. İzgördü Pasajı'nda Davet Kitapevi vardı; oraya gider gelirdim. Recep Şahin'in bürosu da onun karşısında idi. O vesile kendisiyle tanıştım. Çok iyi bir insandı. İlahiyatçıydı. Güzel kitap okuyordu. İcmal ve Öğüt dergilerini satarak iaşesini karşılıyordu. O sırada Urfa'da okuyan yok. Gidip Buğday Pazarı'nda dergi satıyordu. Hatta bazen parasız kaldığında biz öğrencilerden borç istiyordu. Kendisini cemaate vakfetmişti. Behçet Arabî'den sonra Urfa'da hat sanatının yeniden canlanmasında Recep Şahin'in büyük etkisi olmuştur.
M. Sarmış: Nasıl yaptı o etkiyi?
M. Kurtoğlu: Hat dersi verdi. Yedi sekiz genç kendisinden ders alıyordu. Mehmet Ali Caduk'u,  Şükrü Dörtbudak'ı hatırlıyorum. (Röportajın yazımı sırasında Mehmet Ali Caduk'u aradım. İlk hat derslerini Recep Şahin'den aldığını söyledi. Urfa'da hat sanatının canlandırılmasına dair Mehmet Kurtoğlu'nun düşüncelerine katıldığını belirtti. M. S.) Ben de kısa bir süre ders aldım, ama devam ettiremedim. Çalışmalarımızdan birkaç örnek arşivimde hâlâ durur.
Recep Şahin aynı zamanda bir Muhammed İkbal âşığı idi. Ben Muhammed İkbal'i ilk olarak ondan tanıdım. İkbal'in "Doğu'dan Batı'dan Esintiler", "Cebrail'in Kanadı", "Zebur-ı Acem'den Seçmeler" gibi eserlerini de onda gördüm, okudum. Mesela "Doğu'dan Batı'dan Esintiler" kitabını o bana hediye etmişti. Bazı akşamlar bizi evine çağırırdı. Yemekte balık yapardı. Biliyorsun bizde balık kültürü yok. Cazip gelirdi o yüzden.
Bir ara Haydar Baş İcmal Dergisi yazarları ile Antep'e gelmiş. Oradan da Dede Osman Avni Hazretlerinin kabrini ziyaret etmek üzere Urfa'ya geleceğini söylemiş. 1982 veya 83 yılı olması lazım. Recep Şahin de Şeyh Efendi'yi karşılayalım diye bizi çağırdı. Ben, Sokak Çocuğu Ali (Ali Toprak), bir de Allah rahmet etsin Aziz Hoca (Kutluay)… Haydar Baş iki araba ile geldi. Kendilerini Karaköprü'de karşıladık. Karaköprü merkezinde tarihi bir cami var. (Ali Baba Camii). Orada ikindi namazını kıldık. İşte ben orada Haydar Baş'tan el aldım.
M. Sarmış: O mu teklif etti?
M. Kurtoğlu: Spontane gelişen bir şey.
M. Sarmış: Babadan ve çocukluktan gelen bir Kadirilik de var zaten.
M. Kurtoğlu: Evet, ama önceden planmış bir şey değil. Öylesine… 
M. Sarmış: Diğerleri de ders aldı mı?
M. Kurtoğlu: Aklımda kaldığına göre onlar almadı. Haydar Baş, yıllar sonra bir konferans ve imza günü dolayısıyla Urfa'ya bir daha geldi.  Ben de gidip dinledim. Kendisiyle görüşmedim. Zaten Recep'le görüşmek için gitmiştim.
M. Sarmış: Ha, o arada Recep Bey Urfa'dan ayrılmıştı yani.
M. Kurtoğlu: Tabii.  Urfa'da dört beş yıl kaldı sanıyorum. Sonra İstanbul'a gitti. Haydar Baş'ın kurduğu televizyon kanalında hat dersleri vermeye başladı. O kanalın adını unuttum.
M. Sarmış: Mesaj TV ve Meltem TV.
M. Kurtoğlu: Tamam, Mesaj TV.'de hemşerimiz rahmetli Mahmut Coşkunses de Eyvan adıyla bir sıra gecesi programı yapıyordu. İstanbul'a her gittiğimde beni de programa çağırıyorlardı. Şiir okuyordum. Mahmut Bey abimin arkadaşıydı.
M. Sarmış: Hangi yıllar?
M. Kurtoğlu: 90'lı yıllardaydı. 
M. Sarmış: Sen mi haber veriyordun İstanbul'da olduğunu?
M. Kurtoğlu: Televizyon Şirinevler'de. Abimin evi de Şirinevler'de, ben de orada kalıyordum. Orada Urfalılar çok. Bir şekilde haberleri oluyordu. Zaten o kanalda en çok seyredilen program da o programdı. Bir şeyin daha altını çizeyim. Şeyh Efendi olduğundan dolayı Haydar Baş'ın da sohbet programı vardı. Onu da daha çok izlensin diye Mahmut Coşkunses'in programının hemen ardına koyuyorlardı.

M. Sarmış: Diğer hususlar bir tarafa, buradan Mehmet Kurtoğlu'nun Kadirî olduğunu öğreniyoruz. (Gülüyoruz.) Peki, tarikata girdikten sonra bir takım görevler verilir, zikir, evrad vb. Devam ettin mi onlara?
M. Kurtoğlu: Etmedim. Orda kaldı. O işlerde dikiş tutturamıyorum.