Derin bir kırılmanın eşiğinden geçiyor gibiyiz. İnsanlar birbirlerine nefret dolu bakışlarla bakmanın ötesine geçmiyor, geçemiyor. Toplum olarak birbirimizi dışlamanın, birbirimizi ötekileştirmenin yollarını zorluyoruz sanki. Yekdiğerimizi koruyup kollamayı, hatasını görmezden gelmeyi bir kenara koyalım, bilakis bütün kusurlarını ifşa etmeyi, onu küçük düşürmeyi, utandırmayı en büyük marifet belliyoruz.

Ve geldiğimiz nokta ortada. Derin bir kırılmadır işte yaşadığımız. Son günlerde ülkenin durumu malum. Her şey toz duman. Her yer sancılı. Öyle bir hale geldik ki ölümleri bile ayırmaya başladık. Ölülerin ruhları üzerinden siyaset yapmak, taraf kazanmaya çalışmak, ülkeyi yakıp yıkmak, devletin temellerini sarsmaya çalışmak tek işimiz gibi. Ve söyler misiniz bunun üzerinden kendi iktidarını kurmak ne kadar ahlaki, ne kadar vicdani ve ne kadar insanidir Allah aşkına.

Bir kesim var ki her fırsatta kendi yaşam alanını genişletmek, iktidarını kurmak, yerini sağlamlaştırmak için bütün gayri kanuni yolları deniyor. Tabir caizse yangın çıktığında kendi sigarasını tüttürmenin derdinde. Sadece ve sadece ben merkezli bir hayat var kafasında ve o hayatı kurmanın derdinde. Ülkeyi, ülkenin selametini, çocukları düşündüğü yok. Bu derece bencil, bu derece egoist, bu derece acımasız.

Yazık, çok yazık. Göz göre göre altımızdan halıyı çekiyorlar ve biz ses çıkarmak bir yana, yardımcı oluyoruz o derin güçlere. Bile bile kendi ellerimizle ayağımıza kurşun sıkıyoruz. Sonra 'eyvah, aldanmışız' diyeceğiz ama o zaman da iş işten geçmiş olacak maalesef.

Kazananı olmayan bir mücadelenin içindeyiz. Bu mücadelenin sonucunda sözüm ona galip gelen, galip geldiğini sanan da mutlu olmayacak, olamayacak. Bu mücadeleye girişenler de bunu böyle bilmelerine rağmen kuru bir inat uğruna geri adım atmayı, susmayı, kırılanları tamir etmeyi hiç mi hiç akıllarına getirmiyorlar. Oysa bazen susmak en büyük cevap, geri adım atmak ise en büyük hamledir. Bunu bile fehmedemiyoruz.

Fakat daha acı olan şu ki; kardeşliğimiz, birbirimize olan sevgimiz ve sadakatimiz, birbirimizi sevmedikçe hakiki imana erişemeyeceğimize dair bilincimiz çok da sağlam değilmiş, bunu öğrendik. En ufak bir dünya menfaati, en ufak bir taht kaygısı bizi yerle yeksan etmeye yetti. Hani nerede kaldı o kadim kardeşliğimiz, nerede kaldı birbirimize olan sevgimiz, o sonsuz sadakatimiz.

Nurullah Genç'in Yağmur isimli natında bir yer var ki her okuduğumda daha bir utanıyorum:

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Evet, sonuç şu ki, hakikaten kardeşler arasına su-i zan düştü. Sağduyudan, aklı selimden, iz'andan öyle uzaklaştık ki mesafe gittikçe artıyor, gittikçe uzaklaşıyoruz birbirimizden…

Sevgiyle kalın.