ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Şimdi artık kazı çalışmalarına geçebiliriz. Fakat daha önce şunu sormak istiyorum: Biliyorsunuz, Kale hakkındaki bilgiler de, Urfa'daki pek çok yer gibi dinlerle efsanelerle iç içe geçmiş durumda. Turistlerin büyük bir kısmı inanç turizmi kapsamında geliyor. İşte Urfa kalesindeki sütunlar, Nemrut'un Hz. İbrahim'i ateşe atmada kullandığı mancınıklardır. Balıklıgöl onun düştüğü yerde oluşmuştur. Sütunların birinin altında büyük bir su kaynağı, diğerinin altında çok büyük bir hazine vardır, ama hangisinin altında ne olduğu bilinmediği için kazılamıyormuş. Çünkü, altını bulayım derken yanlışlıkla suyun olduğu taraf kazılırsa şehri su basarmış gibi…

G. Kozbe: Benim onları bulup kaleyi kapattığımı söyleyenler bile varmış. (Gülüyoruz)

M. Sarmış: Öyle mi? Duymamıştım. Çok ilginç. Evet, yani siz bilimsel bir şey yapıyorsunuz belgelere dayalı konuşursunuz. Benim bahsettiğim konularla ilgili de söylemek istediğiniz bir şeyler olur mu?

G. Kozbe: Bu konuları bu kadar erken yazmak doğru olmayabilir ama ben yine de bir bilim adamı olarak görüşümü söyleyeyim. Bir kere biz arkeolojik olarak veriyi bulmadan önce, efsane ne demiş, şehir efsanesi ne demiş, hatta yazılı kaynaklar ne demiş, bunlara mesafeli bakarız. Yazılı kaynaklar bizim için çok önemli yol göstericidir ama onları değerlendirirken de çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü onlar da dönemin idarecileri tarafından yazdırıldığı için onlara da yüzde yüz güvenemeyiz. Mesela her savaşı zaferle sonuçlandırdıkları gibi. Elbette istifade etmek gerekir, ama elimizde arkeolojik veri olması lazım.

Şimdi biz orada bunu yapmaya çalışıyoruz. Bugün dikkat ettiyseniz, o iki kolonun arasını kazmaya başladık. Çünkü bugüne kadar yazılı kaynaklar doğrultusunda yapılan çalışmalar, incelemeler bize o kolonların bir mekanın parçası, bir mimarinin ön sütunları olması lazım geldiğini gösteriyor.

Bir anıtsallık var. Edessa Krallığının kışlık sarayıdır deniliyor. Fakat ne tür bir mimari olduğunu bilmiyoruz. Kazıların sonucunu görmek için daha bir iki sezon beklemek lazım. Alt tabakalara inmemiz gerekiyor. Şimdilik o sütunların bir mimarinin parçası olduğunu öngörebiliyoruz.

M. Sarmış: Peki, artık tarihi veriler konusuna geçebiliriz. Kale'nin geçmişinin Neolitik Döneme kadar gittiğine dair iddialar var. O döneme ait bir höyüğün üzerine inşa edildiği söyleniyor.

G. Kozbe: Daha elimize Neolitik'i gösteren bir şey geçmedi. O döneme ait taş aleti veya başka bir kalıntıyı bulacağız ki, 'Evet, Neolitik' diyelim. Fakat kalelerin bulunduğu yerde genelde daha erken dönemlere ait bir höyük olabilir. Başka yerlerde yaptığımız kale kazılarında bu böyledir.

Ancak şu ana kadar burada Neolitik döneme dair kesin bir şey tespit edebilmiş değiliz. Arkeoloji Müzesindeki Neolitik Döneme ait o 'Balıklıgöl Adamı'nın Kale'nin hemen kuzeyinde (Balıklıgöl'ün kuzeyindeki yol inşaatı) çıkmış olması buranın, bu mevkinin o döneme ait olduğunun bir göstergesi olabilir. Yine mesela kazıda tam da bugün o döneme ait bir çakmak taşı alet bulundu. Fakat yine de bu aletin buraya o döneme ait bir yerden toprak çekilirken mi geldiğinden, yoksa bizzat Kale'ye ait bir bulgu mu olduğundan emin olamayız. Böyle bir iddiayı tek bir bulgudan hareketle söyleyemeyiz. Sonuçlar kendini yavaş yavaş gösterecektir, o çakmak taşı Neolitik dönemin burada yaşandığına dair tek başına delil olamaz.

Bizim bunu söyleyebilmemiz için bunları bir tabaka halinde ve daha çok sayıda bulmamız lazım. Bu tek örnekler üzerinden hem çok şey anlatılabilir, hem hiçbir şey anlatılmaz. Dolayısıyla iki yıllık bir kazı adına konuşmak için çok erken. Belki Kale'nin eteklerinde, özellikle doğu kesiminde bir şey yakalamak mümkün olabilir. Benim şimdiki önceliğim, erken katlara ulaşmak üzere aşağıya bir sondaj atmak değil. Böyle bir teknik vardır, fakat biz şimdilik yukarıdan aşağıya inmeye çalışıyoruz. Hedefim o üst mimariyi ortaya çıkarıp kaleyi turizme açmak. Neolitik'e dair bir şey çıkacağına dair umudumuz da az da olsa var.

M. Sarmış: Peki Seleukoslara gelelim. Kale'nin tarihi genellikle onlarla başlatılıyor.

G. Kozbe: Bildiğiniz gibi bölge İskender'in ölümünden sonra generallerinden Seleukos'un eline geçmiş. Seleukosların (M.Ö. 323 - M.Ö. 63) Urfa'da izleri var ama Kale'de izlerine henüz rastlanmadı. Onların zayıflamaya başladığı dönemde, Urfa'da Arami kökenli Edesssa (Abgar/Osroene) Krallığı kuruluyor. Urfa onların başkenti. Urfa Kalesi diye adlandırdığımız alan, 'sitadel' dediğimiz iç kale. Kale üzerindeki çift sütun da bilindiği gibi Edessa Krallığı zamanına ait. Doğu sütununun kuzeye bakan yüzündeki Süryanice kitabe bunu açıkça ortaya koyuyor.

Fakat Abgarların izi o iki sütundan ibaret değildir. Az önce de söylediğim gibi bu sütunların üzerine oturduğu o döneme ait bir mimarinin de olması gerekiyor. Yazılı kaynaklardan buranın Abgarlara ait olduğu çok net bir şekilde biliniyor. Bu yüzden sütunların arasını kazmaya başladık. Derinlere indikçe onlara ait daha başka bulgulara ulaşacağımıza inanıyoruz.

Yine sizin de bahsettiğiniz gibi Urfa'nın inanç tarihinde de çok önemli bir yeri var. Üç ilahi din açısından da ayrıcalıklı bir yere sahip. Yahudiler Hz. Musa'nın Soğmatar'a kadar geldiğine inanıyor. Yine Edessa Krallığının Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk devlet olması, Hıristiyanlık tarihi açısından son derecede önemli. Bugün de öyle. Mesela, benim Mardin'de tanıdığım Süryani aileler var; nisan ayının 15. gününü 'Abgar Günü' olarak kutluyorlar ve oruç tutuyorlar. Müslümanlar için de ne kadar önemli olduğu malum; Urfa'nın 'Peygamberler Şehri' olduğuna inanıyorlar.

M. Sarmış: Bir de biliyorsunuz Hz. İsa'nın iyileşmesi için Abgar kralına gönderdiği, üzerinde yüzünün sureti bulunan kutsal mendil konusu var. Bizim Ulu Caminin içindeki kuyuya atılmış ya da düşmüş. Hakkında romanlar yazılmış, filmler yapılmış.

G. Kozbe: Evet, onun Torino Müzesinde olduğuna dair bir söylenti var ama doğru olduğunu düşünmüyorum.