M. Sarmış: Harran Dergisi'ni ayrıca soracağım. Şimdi şiirden devam edelim. Şiirde örnek aldığın, etkilendiğin kimseler var mı?
    
M. Kurtoğlu: İmam Hatip camiasının en iyi bildiği isim Necip Fazıl. Mehmet Akif de var, ama onun dili biraz ağır olduğu için o kadar değil. Adı var, seviliyor, ama çok fazla okunmuyor. Necip Fazıl'ın dili sade. Dinî ve sloganik olduğu için daha cazip geliyor. Daha önce ismini duymuş olsam bile tanımıyordum, kitaplarını da okumamıştım. Mehmet Emin Açıl Hocadan Arapça dersleri almaya gittiğim Yeni Ömeriye Camiinde bir gün Necip Fazıl ölmüş dediler. Mayıs 1983. İlk defa o günün akşamında Necip Fazıl'ın "Çile" kitabını orada gördüm. Biraz baktım, bazı şiirlerini okudum. Beni adeta çarptı. Sonra hocadan istettirip aldım. Okudum. Ondan sonra Necip Fazıl'ın diğer eserlerini okumaya başladım. Şimdi bende şöyle bir okuma metodu var: Bir yazarın bir eserini okuyup seversem, o yazarın ne kadar eseri varsa okuyorum. Ondan sonra da dönüp bakmıyorum. Necip Fazıl da öyle oldu. Seyyit Kutup da öyle oldu, Ali Şeriati de öyle oldu. Cemil Meriç'i de öyle okudum. Bana göre her yazar bir üniversitedir. Diyelim Cemil Meriç… Sekiz on eseri vardır. Onları okuduğunuz zaman Cemil Meriç Üniversitesinden mezun olursunuz. Hâlâ da okumaya öyle devam ediyorum. Mesela yeni bir yazar keşfettiğim zaman, gidip bütün eserlerini alıp okuyorum. Sonra bana yeni bir şey vermiyorsa vaz geçiyorum.
    
Konumuza dönecek olursak… Necip Fazıl'ı okuyunca etkisinde kaldım. Önceden dini şiirler yazarken, bu sefer metafizik şiirler yazmaya başladım. Lisede varoluş felsefesini de yakalayınca, Kafka, Sartre, Camus gibi, ki imamlıkta da okumalarım devam etti. Bunalım vesaire… İntihara kadar gidiyordum. İmamlık sevmediğim bir meslek. Her zaman olmazsa da köyde kalıyordum, sürekli okuyordum. Mesela Nietzsche okuyordum. Köprübaşı'nda Milli Eğitim Yayınevi vardı, bilirsiniz. Bir gün gittim,  Nietzsche'nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt"ünü aldım. Başka kitaplar da aldım. Parayı öderken 30-35 yaşlarında biri "Hocam hangi okuldasınız?" diye sordu. Öğretmenmiş. Bense o sırada imamım, 20 yaşındayım. Öğretmen değil imam olduğumu söyleyince adam çok şaşırdı. "Ne zamandan beri hocalar Nietzsche okuyor?" dedi. Başka bir şey demedi. İnanmadı mı, dalga geçtiğimi mi sandı, bilmiyorum. 

Bu arada şunu da belirteyim: Geçen yıl oturup Nietzsche'yi yeniden ve altını çizerek okudum. O zaman da okudum, ama o zaman istifade ettiğim kitap ile şu andaki kitap aynı değildi. Yine mesela Seyyit Kutup'un "İslam-Kapitalizm Çatışması"nı ilk olarak orta 3'te okudum. Yine Ali Şeriati'nin "Papa ve Marx Olmasaydı" kitabını o dönemde okudum. O yaşlarda buna benzer daha birçok kitap. Belki de okumuş olmak için okuyordum. Bunları anlayabilecek alt yapım olmadığı için anlayışım da ona göreydi. Belki yüzde on faydalanabiliyordum. Şimdi okuduğum zaman yüzde yüz faydalanıyorum. Hatta şimdi eksiğini de görebiliyorum, eleştirebiliyorum.
     
M. Sarmış: Esas konudan bir hayli uzaklaştık. Necip Fazıl'ın şiirinde kalmıştık.
    
M. Kurtoğlu: Aslında Necip Fazıl'ın şiirleri hastalıklı şiirler. Millet onun o sloganik şiirlerini biliyor, bu yüzden seviyor. Oysa onun en güçlü şiirleri hastalıklı şiirlerdir. Baudelaire'den esintidir. İnsana fayda vermekten çok, zarar verir. İnsanı gerçeklikten koparır, marazi bir ruh verir. Duvarda asılı bir elbisenin içinde cin varmış gibi düşünmesi, yazması normal bir şey değildir. Şizofrenik bir durum. Necip Fazıl'ın şiiri, bir insanın sayıklamasıdır, hezeyanıdır. Kendisi ile ilgili yazdığım kitaba da "Metafiziğin Trajik Şairi" ismini vermemin sebebi budur. Adam bize hastalık bulaştırdı. Onun o Sakarya Türküsü ve benzeri şiirleri bana çok yavan geldi. Beni esas çarpan şiirleri hastalıklı şiirleri oldu. Benim de halet-i ruhiyem bozuk. Onunki de bozuk. Ondan dolayı… 

M. Sarmış: Şimdi tabii her şair hakkında böyle uzun uzun konuşabiliriz. Biliyorum, bunun için senin müktesebatın uygun, ama çok uzar, bu röportajın sınırlarını çok aşar. Onun için burada bırakalım diyorum. Yazı ve şiirlerini çeşitli dergilerde yayınladın. Fakat kendin de dergi çıkardın. Biraz da onlardan bahsedelim. 
    
M. Kurtoğlu: 1993'te ben Harran Üniversitesi'ne geçtiğimde Mehmet Oymak Meslek Yüksekokulu müdürü idi. Birkaç yıl önce vefat eden rahmetli Seyyit Ahmet Kaya, yine geçenlerde vefat eden rahmetli Hüseyin Baykuş ile de o sıralarda tanışmıştık. Bir edebiyat dergisi çıkarmak istiyorduk. O sırada Harran Dergisi kapanmıştı. Mehmet Oymak ve diğerleri, "Yeni bir dergi çıkaracağınıza Harran Dergisini çıkarın dediler. İçinde hem edebiyat hem folklor olsun. Madem amacınız edebiyat dergisi çıkarmak, Harran'da şiir ve yazılarınızı da yayınlayarak o amacınızı da gerçekleştirmiş olursunuz." Dediler. Tamam dedik. Harran Dergisini 43. sayıdan itibaren biz çıkarmaya başladık. Ben, Ahmet Kaya, Hüseyin Baykuş, Rezzak Elçi, Mehmet Hazar… Yani eski ekiple yeni ekip beraber çıkarmaya başladık. Daha önce de bahsettiğim gibi o zamana kadar benim gündemimde Urfa yoktu. Bunlar bana uzak olan ve yavan gelen şeyler. Fakat Harran'ı çıkarmaya başlayınca ben de Urfa ile ilgili yazayım dedim. Neticede bir folklor dergisi. Ama baktım kuşçuluk, atçılık, halk oyunları vb bütün konular derlenmiş, yazılmış. Kitaplar da yayınlanmış. O zaman ben bunların tahlilini, sosyolojisini, felsefesini yapayım dedim. Bunun için de okumam lazımdı. Urfa okumalarına başladım. Urfa gündemime böylece girmiş oldu. Harran Dergisinde sanıyorum 62. sayıya kadar yazdım. Sonra arkadaşlarla beraber baktık ki Harran'dan istediğimiz alamıyoruz. Hüseyin Baykuş, "Gel biz kendimiz bir dergi çıkaralım." dedi. Bu defa onun öncülüğünde "Yazgı Dergisi"ni çıkarmaya başladık.

M. Sarmış: Hangi periyotlarla çıkarıyordunuz?
    
M. Kurtoğlu: Üç ayda bir. Her sayıda bir dosya konusu vardı. Mesela o sırada 28 Şubat Süreci başlamış. 97-98 yılları… "Demokrasi" özel sayısı yaptık. Ondan sonra "Milliyetçilik" özel sayısı yaptık. 

M. Sarmış: Kaç sayı çıktı?
    
M. Kurtoğlu: 10 sayı çıktı. Sonra biz kendi yazarlarımızın dosyasını çıkarmaya karar verdik. Mehmet Oymak Dosyası, Hüseyin Baykuş Dosyası, Mehmet Kurtoğlu Dosyası gibi… Ben önce karşı çıktım bu düşünceye. "Ulusal bir isim olsa olur, ama böyle kendimizi dosya konusu yapmak uygun olmaz." dedim. "Onları herkes yapıyor, biz de kendimizi yapalım." dediler. Çoğunluk öyle deyince kabul gördü. "Mehmet Oymak" dosyası yaptık. Arkasından S. Ahmet Kaya. Sonra Hüseyin Baykuş. Sıra bana gelince dergi durdu. Aramızda bazı görüş ayrılıkları da çıkmaya başladı ya da vardı da ben o sırada fark etmeye başladım. Hüseyin Baykuş iyi bir şairdir, şiiri kuvvetlidir, ama biraz üşengeçti, ağır çalışırdı. Allah rahmet eylesin. O derginin mutfağında ben, S. Ahmet Kaya, Rezzak Elçi beraber çalıştık. Yazıları biz toplar, her türlü hazırlığı yapar, Hüseyin'le sadece oturup tartışırdık. Editör Hüseyin idi ama yazılarının tümü bana aittir. Hüseyin belki bazılarına bir iki cümle veya paragraf eklemiş olabilir.

M. Sarmış: Mehmet Kurtoğlu sayısı çıkmadı mı?
    
M. Kurtoğlu: Çıktı. Ben bazı sponsorlar buldum. Öyle çıkardık. Rahmetli Hüseyin şiirim hakkında yazmaya başladığını söylediği yazıyı hiçbir zaman teslim etmedi. Bekledim gecikince kendi imkanlarımla o sayıyı bastırdım. Ondan sonra ben ayrıldım. Hüseyin bir daha dergiyi çıkaramadı.

M. Sarmış: Seyir Dergisi'ne gelecek olursak…
    
M. Kurtoğlu: Yazgı'dan sonra, Feyat Demir'e "Biz yeni bir dergi çıkaralım." dedim. Feyat'ı tanıyorsun, benim yüksekokuldan arkadaşım. "Tamam." dedi. Sağ olsun, derginin hem sahipliğini hem sponsorluğunu yaptı. Sen de yazdın o dergide…

M. Sarmış: Evet, tabii seninle ve diğer arkadaşlarla o vesile ile tanıştık zaten. Feyat, benim küçük kardeşim Ahmet'in yakın arkadaşı. Benim yazı çalışmalarımı ondan duymuş. Dergi çıkmaya başlayınca kardeşimle bana haber gönderdi. Sizinle, Urfa yazarçizer ekibi ile o şekilde tanışmış olduk. Urfa'ya gelişimin ilk yılları… 1993 ve sonrası…
    
M. Kurtoğlu: Evet. Seyir 13 sayı çıktı. En önemli sayılarından biri "Urfa Özel Sayısı"dır. 209 sayfalık bir sayı. Klasik bir dergidir. Urfa tarihinde öyle bir dergi çıkmamıştır. Türkiye'ye mal olmuş isimler Urfa'yı anlatmıştı. Rasim Özdenören, Prof. Dr. Ahmet Aslan, Yılmaz Karakoyunlu, Cihat Kürkçüoğlu… Mesela Emine Işınsu ile röportaj yaptık. Bugün sahafa düşmüş. Aranıyor. Yine Şair Nabi Özel Sayısı yaptık. Bir panel yapmıştık; o paneldeki konuşmaları yazıya döküp yayınladık. "Feodalite" şiiri dolayısıyla bahsettiğim o linci yiyince, derginin 14. sayısını matbaada bırakıp Urfa'dan çıktım.