'Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde

Said'den yetmiş dokuz emvat, ba-asam alama.

Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,

Beraber ağlıyor, hüsran-ı İslam'a.

Mezar taşımla püremvat enîndar o mezarımla

Revanım saha-i ukba-i ferdama.

Yakînim var ki, istikbal semavatı, zemin-i Asya

Bahem olur teslim yed-i beyza-i İslam'a.

Zîra yemîn-i yümn-i imandır,

Verir emn ü eman ile enama.'

'Said NURSİ'

Bediüzzaman Said Nursi, 14 Mayıs 1950'de başlayan DP devrini, 23 Ağustos 1953'e kadar kaldığı Emirdağ'da karşılamıştı. Halkın yüzde elliden fazlasının oyunu alarak mecliste 408 milletvekilliği kazanıp ezici bir çoğunlukla hükümet kuran DP devrinde yine tam anlamıyla rahat bir hayat geçiremedi. Daha önce kendisine her nevi zulmü reva görmüş olan muhaliflerinin saldırı ve iftiraları, çok partili demokratik hayata geçildikten sonra o zamanki hükümeti desteklediği için yine devam etti. O zamanki muhalif yanlısı yarı resmi gazeteler, sık sık aslı olmayan haberler ve iftiraya dayalı abartılı propagandalarla karalama kampanyasına devam ettiler. Bununla, hem insanları Risale-i Nurlardan uzaklaştırmayı, hem de iktidardaki hükümeti yıpratmayı hedefliyorlardı.

Bir yandan muhafazakar demokratların Risale-i Nurlara karşı cephe almasını sağlamaya çalışıyorlar, bir yandan da baskı yapmaya yönlendirdikleri muhafazakar demokratlarla Nur Talebelerinin arasını açmaya çalışıyorlardı. Öte yandan ise mahkemeler dava açmaya devam ediyordu. 1951 yılında Emirdağ'da şapka meselesinden Bediüzzaman'a bir dava açılmış ve ifadesi alınmıştı. Bundan hemen bir yıl sonra da İstanbul'da, Gençlik Rehberi adlı kitabı hakkında bir dava daha açılmıştı. Bediüzzaman bu davanın duruşmasına katılmak için İstanbul'a gitti. Sirkeci'deki Akşehir Palas Oteli'ne yerleşti.

O yıllarda adliye binası olarak hizmet veren ve bugün Büyük Postahane olarak anılan binada, 22 Ocak 1952 tarihinde yapılan duruşmaya katıldı. Bu duruşma ertesi gün bir gazetede 'Seksenlik Pîrin Duruşması' başlığıyla yer almıştı. Yargılamaya 19 Şubat 1952 tarihinde yapılan ikinci bir duruşmayla devam edildi. Duruşmayı kalabalık bir topluluk izlemişti. Celse sonunda izleyenlerin alkışları arasında salondan ayrılan Said Nursî, ikindi namazını kılmak için Sultanahmet Camii'ne gitti. 5 Mart 1952'de yapılan son duruşmada, dava konusu kitabın 1943 yılında Denizli Mahkemesinden beraat kararı aldığı ve bu kararın da Yargıtayca onaylanmış olduğu anlaşıldığından mahkeme heyeti, 'men-i muhakeme' kararı vererek davayı sonuca bağladı. Mahkeme salonundaki kalabalık dinleyici grubu, kararı yine alkışladı.

Gençlik Rehberi davasının beraatle sonuçlanmasının ardından İstanbul'dan ayrılan Said Nursî, Emirdağ'a döndü. 1953 yılının bahar mevsimin'in başında, Eskişehir yoluyla tekrar İstanbul'a gitti ve Bayezıt'taki Marmara Palas Oteli'nden ayrılarak Fatih, Çarşamba'da ahşap bir eve taşındı. Burada hem risalelerin neşriyatıyla meşgul oldu, hem de İstanbul'da kısa gezintilere çıkarak bazı ziyaretlerde bulundu.

O yıl, İstanbul'un fethinin 500. yıl dönümüydü. Bediüzzaman, fetih yıl dönümü için düzenlenen törende hazır bulunmuştu. Bu arada Fener Rum Patrikhanesini ziyaret ederek Patrik Athenagoras ile görüştü. Bediüzzaman, Ortodoks Rum Patriğine Hazret-i İsa'nın gerçek dinini kabul edip, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamber, Kur'an-ı Kerîm'in de Allah'ın kitabı olduğunu tasdik etmeleri halinde, ehl-i necat, yani ahiretleri açısından kurtuluşa erenlerden olacaklarını bildirdi.

İstanbul'da yaklaşık üç ay kadar kalan Bediüzzaman, 1953 yılının ortalarında Emirdağ'a döndü. 23 Ağustos 1953'te, yerleşmek üzere Isparta'ya geldi. Isparta'da açılan bir davanın, daha sorgu hakimliğinde iken reddedilmesiyle artık onun hayatında mahkemeler devri kapanmış oldu.

Ancak, muhalif yanlısı komitenin ve gazetelerin Bediüzzaman ve o zamanki hükümet aleyhindeki propaganda ve baskıları her geçen gün yoğunlaşıyordu. Günlük gazetelerden bütün gelişmeleri takip eden Bediüzzaman ise çektiği telgraflarla muhafazakar demokratların müspet icraatlarını tebrik ediyor, sık sık yazdığı mektuplarla onlara yardımcı olmaları konusunda talebelerini uyarıyordu. Seçimlerde oy kullanmanın önemi üzerinde durarak, demokratlara verdiği desteği açıktan açığa ortaya koyuyordu. Bu arada 'tek parti istibdadı'ndan yana olanların çevirdiği entrikaların tuzağına düşmemeleri için de iktidar partisini devamlı uyarıyordu.

Bediüzzaman, ezanı aslî şekline çevirip, millî eğitim müfredatına din derslerini koyup, Kur'an kurslarının açılmasını serbest bırakıp, kapalı olan türbe ve camileri onarıp açarak daha önce yapılan dinî tahribatı tamire yönelen DP iktidarıyla bir nebze olsun rahat nefes almıştı. Risale-i Nur'lar artık serbestçe her yerde bulunuyor, muhtaçların ellerinde dolaşıyordu.

Böylece Bediüzzaman, kendisine yapılan bütün haksızlıklara rağmen, hukukî bir zeminde kalarak verdiği hukuk savaşından, kelimenin tam anlamıyla zaferle çıkmıştı. Uzun süre devam eden ve sürekli kamuoyunun gündeminde yer alan Bediüzzaman'ın mahkemeleri, Risale-i Nur'un ilanı hükmüne geçmiş, Anadolu insanı aradığını nerede bulacağını bu sayede öğrenmişti. Artık, gençlerin ve mekteplilerin iman hakikatlerinden hakkıyla istifade edebilmesi için yeni yazıyla yazılan Risaleler matbaalarda sürekli basılıyor, yurdun her yanına dağıtılıyor ve her geçen gün imanını onunla kurtaranlara yenileri ekleniyordu. Bu arada 'Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı' isimli otobiyografik çalışma talebeleri tarafından kaleme alınmış ve bizzat kendisi tarafından kontrol edildikten sonra gerekli düzeltmeler yapılarak Risale-i Nur Külliyatına dahil edilmişti.

Bediüzzaman, bundan sonraki hayatını daha önce sürgün ve mahpus olarak gittiği yerlerdeki dostlarını ziyaretle geçirecekti. Merkez Isparta olmak üzere, sık sık kısa seyahatlerle Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Eğirdir ve Barla'ya gidiyordu. Eski mekanlarını ziyaret ediyor, dostlarıyla görüşüyor, talebelerine 'ders'ler yapıyordu. 2 Aralık 1959'da Ankara'ya yaptığı ziyaret, artık Bediüzzaman'ın veda seyahatlerinin başladığını gösteriyordu. Ankara'da bir gece kalarak dost ve talebeleriyle görüştükten sonra, 3 Aralık 1959 günü Ankara'dan Emirdağ'a, oradan da Isparta'ya gitti. On beş gün sonra tekrar Emirdağ'a döndü. Konya'daki talebelerinin daveti üzerine 19 Aralık 1959'da Emirdağ'dan ayrılarak Konya'ya gitti. Burada talebeleriyle görüştü ve Mevlana'nın türbesini ziyaret etti. Aynı gün Isparta'ya gitmek üzere Konya'dan ayrıldı.

Ankara'daki talebeleri yine ısrarla kendisini davet etmekteydiler. Bu ısrarlar üzerine 31 Aralık 1959 günü Ankara'ya geldi. Ancak bu defaki gelişi, basında tartışmalara yol açtı. DP milletvekillerinin kendisini davet ettiği yönünde asılsız haberler yayınlandı. Said Nursî, bir gece Beyrut Palas Otelinde kaldı, ertesi gün İstanbul'a hareket etti. İstanbul'da Divan Yolundaki Piyer Loti Otelinde bir gece kalarak talebeleriyle görüşüp vedalaştı ve 3 Ocak 1960 gününün akşamında, Ankara'ya dönmek üzere İstanbul'dan ayrıldı.

Daha önceki Ankara seyahatlerinde olduğu gibi bu defa da Beyrut Palas Otelinde kaldı. Ertesi gün talebeleriyle görüştü. Ve son dersini yaptı. 'Vasiyetnamem hükmündedir' dediği son dersinde Bediüzzaman, kendi hayatından, Sahabelerden ve Resulullahın (a.s.m.) hayatından örnekler vererek talebelerine istikametten ayrılmamalarını, müspet hareket etmelerini, iman hizmetine ihlasla devam ederek asayişi muhafaza etmelerini öğütlüyordu.

6 Ocak 1960 günü saat 10:30 sularında Konya'ya gitmek üzere hareket etti. Konya'ya vardığında beklenmedik bir manzarayla karşılaştı. Konya'nın bütün giriş çıkışları tutulmuş, her yerde güvenlik tedbirleri alınmıştı. Bediüzzaman'ın arabasını gören polisler derhal etrafını kuşattılar ve takip etmeye başladılar. Kardeşi Abdülmecid'i ziyaret eden Bediüzzaman, Mevlana'nın türbesini de ziyaret ederek Emirdağ'a gitmek üzere Konya'dan ayrıldı.

Emirdağ'da 4 gün kaldıktan sonra 11 Ocak'ta tekrar Ankara'ya gitmek için yola çıktı. Ancak bu kez Said Nursî'nin şehir merkezine girişi polis tarafından engellendi. Yaklaşık 30 yıl boyunca sürgünler ve mahkemeler yoluyla baskı altında tutulan, her hareketi çok yakından izlenen, fakat mahkemelerin suçsuz bularak serbest bıraktığı Bediüzzaman'ın seyahatleri, bazı çevreleri evhamlandırıyordu. Ankara'ya girmesi engellenen Said Nursî, Emirdağ'a geri döndü. Buradaki bir haftalık ikametinden sonra 20 Ocak günü Isparta'ya gitti ve burada bir buçuk ay kaldı.

Ramazan ayı geldiğinde Bediüzzaman ağır hastaydı. Takvimler 19 Mart 1960 tarihini gösteriyordu. Said Nursî yanındaki talebelerine Urfa'ya gitmek istediğini söyledi. Arabası hazırlandı ve 82 yaşındaki Bediüzzaman, ağır hasta haliyle arabanın arka koltuğunda yola çıktı. 20 Mart'ta yağmurlu bir havada yaşanan bu yolculuk, onun son yolculuğuydu.

21 Mart günü Urfa'ya ulaştığında talebeleri kendisine Halilürrahman Dergahını göstermek istediler. Ama o yürüyemeyecek kadar rahatsızdı. Onu şehrin en iyi oteli olan İpek Palas Oteli'ne yerleştirdiler. Bu arada otele gelen polisler, derhal Isparta'ya dönmesi emrini tebliğ ettiler. Bunu duyan halk otelin önüne toplandı. Polis ısrarla Bediüzzaman ve yanındaki talebelerinin Urfa'dan ayrılmasını istiyordu. Bu baskı sürerken Bediüzzaman 23 Mart 1960 günü 27 numaralı odada sabaha karşı vefat etti.

Hayatı boyunca dayanılması güç acılara ve baskılara maruz kalmasına rağmen, hayat tarzıyla bir destan yazan Bediüzzaman, arkasında miras olarak altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca Nur Talebesini bırakmıştı.

Büyük bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Bediüzzaman'ın naşı Halilürrahman Dergahında kendisine ayrılan türbeye defnedildi. Bediüzzaman'ın ahiret yolculuğunu duyan dostları ve talebeleri yurdun dört bir tarafından gelerek ziyaret ediyor, dualar ediyor, hatimler indiriyor, gıyabî cenaze namazı kılıyorlardı. Artık Urfa'da kalabalıklar hiç eksik olmuyordu.

Bediüzzaman'ın vefatından, yaklaşık iki ay sonra 27 Mayıs 1960'da bir askerî darbe oldu. Türkiye'de DP iktidarı boyunca yaşanan ekonomik ve dinî gelişmelerden rahatsız olan çevreler adına askerler iktidara el koydu. Millî Birlik Komitesi hükümeti, ilk iş olarak geniş çaplı tutuklamalar başlatarak DP ileri gelenlerini Yassıada Hapishanesinde topladıktan sonra, Bediüzzaman'ın kabrinin nakledilmesine karar verdi. Kanunî prosedürü ihmal etmeyen ihtilal komitesi, Bediüzzaman'ın Konya'da yaşayan kardeşi Abdülmecid Nursî'den tehdit ile bir nakil dilekçesi alarak, 12 Temmuz 1960 gecesi Urfa'daki mezarını kırdırdı. Bediüzzaman'ın naaşını, askerî bir uçağa koyarak Afyon askerî havaalanına indirtti. Yerini Abdülmecid Nursî'nin de bilmediği bir mezara defnettirdi. Hayatta iken onun varlığını istemeyenler, vefatından sonra da onu rahat bırakmamışlardı.